Başlı başına doğduğun andan itibaren zordur “kadın” olarak dünyaya gelmiş olmak.
Dünyaya vardığında ki o kulak yırtan çığlıkların isyanın başlangıcıdır aslında. Yaşayacağın zorlukların ve üzüntülerin depozitosudur o ilk çığlıkların.
Her ne kadar erkek olmanı beklemiş olsalar da yine de mutluluk getirmişsindir ailene, akrabalarına, eşe dosta, hayatına giren ve itaat etmeni bekleyecek olan onlarca insana.
O ilk memeyi ağzına dayadıkları an; sustuğun, sessiz kaldığın o ilk anda başlayacaklar üzerine dilek çaputları bağlamaya. Biri annesine benziyor diyecek, diğeri yok yok babaya. Zaman geçer aynı babası gibi uyuyor diyecek kimi, kimi yok yok gözleri aynı annesi. Sevmeyi bilmiyoruz biz, gerçekten nedensiz sevebilmeyi bilmiyoruz… Kadının da bir insan olduğunu bir türlü kabullenemiyoruz.
Hele ki kadın olarak gelmişsen dünyaya eyvah eyvah!… Kadınlığından önce insan olduğunu kabul ettirebilmek için bir ömür çırpınıp duracaksın demek. Hee ancak hasbelkader nasıl bir kadın olacağına toplum değil de kendin karar verebilme farkındalığına varırsan, işte o zaman özgürce yaşama hakkını elde etme şansını belki yakalayacaksın. Amma velakin elbette bu özgürlüğü kazanana ve bu farkındalığı topluma kabul ettirene kadar da yerden yere vurulmalara da hazır olacaksın.
Kadın olmanın sancısı daha küçük yaşlarda oynaman için eline tutuşturulan bebekle başlayacak taa ki regl sancıların başlayana dek.
Eline tutuşturdukları bebekle kadının asli görevinin aileye ve kocaya hizmet etmek, ev düzenini sağlamak ve çocuk bakmak olduğunu empoze ederek kadın olarak itaat etmek vasfıyla hiyerarşik bir düzen içinde yetiştirecekler. Anneye, babaya, büyük yahut küçük erkek kardeşe, kocaya ve düzene itaat etmenin huzur sağlayacağı olgusu sürekli dayatılıp durulacak.
Büyük bir gururla temelini atıkları kişiliğini ve öz benliğini, seni kanata kanata aileye ve topluma uygun bir kadın -aman ha dikkat! kadın diyorum, birey değil- hamur gibi yoğurup yoğurup şekillendirmeye başlayacaklar. Kendi bildikleri şekilde kendi biçtikleri kaftanlarla kuşatıp, “sen ne düşünürsün, sen nasıl istersin” diye sormaksızın toplumun uygun gördüğü biçimde, itaat etmek için yaratılmış olduğun düşüncesini oya gibi ince ince işleyecekler sana.
Kadın olmanın öz varlığını, yaratılış sebebini, hayattaki yerini, cinsellik için ne ifade ettiğini ve bunun gibi bütün yönlerini sen hiç farkında olmadan ataerkil düzene göre kıymetlendirecekler. Senin de “kadın” olarak aslında ne kadar kıymetli olduğunu ört bas edilip, kadının erkeğe itaat etmesinin zorunluluğu ile itaat ettiğin sürece ne kadar huzurlu ve mutlu yaşayabileceğini dayatıp duracaklar.
Zaman zaman kadın ön planda tutulduğu durumlar olsa da çoğunlukla “sus kızlar karışmaz, eteği uzun aklı kısa, elinin hamuru ile erkek işine karışma” gibi daha birçok örneği olan nahoş söylemlerle karşılaşacak, cins ayırımı önde tutularak daha küçük yaşlarda kişiliğin, özgüvenin ve insani olan tüm duyguların bastırılarak yaşamak zorunda bırakılacaksın.
Çünkü kadın olduğun için kafana vura vura, benliğine kazıya kazıya “itaat etmeyi” öğretecekler sana.
Yaradılışını, benliğini, duygu ve düşüncelerini bir kenara bırakıp, toplum kurallarına bağlı yaşayıp itaat ettiğin sürece de namuslu, ahlaklı, oturaklı (ne demekse bu oturaklı) itaatkâr hanımefendi özelliklerine nail olacaksın. Aman ne mutluluk!..
Peki, kadın gerçekten itaat etmeli mi ya da neden etmemeli?
Süregeldiği gibi gerçekten kadının ebeveynlerine ve kocasına itaati ailede huzur için hiyerarşik bir düzen sağlar mı?
Bir şekilde kadınlara dayatılan bu anlayış; aile ve toplum düzeni, din, töre gibi toplumsal kavramlar ön planda tutularak erkek hegemonyasını güçlendirmek adına kadını baskılamanın bir yoludur. Çünkü kadın bir seks objesi olarak görünmeye başlandığından bu yana her zaman bir tehlike unsuru olmuştur. Bu nedenle de din ve belli başlı geleneklerle değer yargıları ile kadın ötekileştirilip, ekonomik gücü başta olmak üzere, tüm hakları elinden alınıp “evinin kadını, çocuğunun anası, kocanın danası olacaksın” dayatmaları ile itaat etmeye zorlanmıştır.
Ancak anaerkil döneme baktığımızda, doğurganlığı bakımından kutsal sayılan kadın ev düzenini sağlarken dahi evini geçindirmiş, hiyerarşik düzende itaat ederek değil erkekle aynı haklara sahip olarak yaşamını devam ettirmiştir.
Burada büyükçe bir parantez açmak istiyorum.
(“Tarihin derinlerine indiğimizde tüm söylemlerin erkek hiyerarşisi üzerine kurulu olduğunu görebiliyoruz. Ancak, günümüzde bahsedilmekten kaçınılan, konusu geçtiğinde çarçabuk kapatılan anaerkil bir dönemin var olduğu da bilinmekte. Avcılık-toplayıcılık çağı olan Paleolitik dönemde, kadınlar da erkekler gibi avlanma, yiyecek toplama ve yırtıcı hayvanlara karşı savunma gibi çeşitli görevleri üstlenmiş, erkekle beraber çalışmış ve çoğu konuda eşit mücadelede bulunmuşlardır. Zaman içinde ekonomik sebeplerle toplumlarda erkek egemenliği öyle bir noktaya getirilmiş ki bugün birçoğumuz günümüze oranla çok daha eşitlikçi, kadının her koşulda erkeğin yanında yer aldığı, kadın veya erkeğin itaat etmek durumunda olmadığı anaerkil bir dönemin yaşanmış olduğundan bihaberdarız maalesef.
Ve… anaerkillikten ataerkilliğe geçişten itibaren de dünyanın her yerinde tüm toplumlar kadını ikinci plana atmakla kalmamış; susturmuş, kısıtlamış, düşünceleri ve davranışları ile kadını daima baskılayarak itaat etmek zorunda bırakmışlardır.” )
Kadın gerçekten itaat etmeli mi? Böyle bir dayatma olmadan da yaşayabilmenin mümkün, daha adilane ve en önemlisi daha insani olduğu kanısıdır. Yani anaerkil mi? Adına her ne derseniz, anaerkil, ataerkil ya da erksiz. Ama kimsenin kimseye itaat etmeden, etmek zorunda bırakılmadan, kadın ve erkek her ikisinin de yaratılış gereği her ne kadar birbirinden farklı ve üstün özelliklere sahip olsalar dahi (evet, fiziksel olarak erkeğin daha güçlü, duygusal olarak kadının daha güçlü olduğunu düşündüğümden eşit olmadıklarını kabul ediyorum. Ancak bu her iki cinsinde insan olduğunu düşünürsek eşit hak ve yaşam şartlarına sahip olamayacağı anlamına gelmiyor. Yin ve yang gibi aslında birbirini tamamlıyorlar. Birbirini tamamlayan bir bütünün bir yarısının diğer yarısına itaat etmesini beklemek doğru ve adilane değil. Her iki cinsinde “insan” olduğu göz ardı edilmeden, aynı duygu ve düşüncelere sahip olduğundan yaşama haklarının eşit olduğunu her zaman savunacağım.
İtaat etmekte bir nevi boyun eğmek değil midir? Boyun eğmek hangi kültüre hangi mensuba hangi insanlığa nasıl yakıştırılabilir ki? Yüzyıllardır savaşlar dahi bunun için yapılmadı mı? Bir başka toplumun yahut bir başkasının boyunduruğu altında olmamak için dökülmedi mi onlarca kan? O vakit neden kadının boyun eğmesi, itaat etmesini bekliyorsunuz?
Kadın olarak, tarihi boyunca hayırlı bir evlat, hayırlı bir eş, hayırlı bir anne olarak itaatkâr olmakla ilişkilendirildik.
İtaat etmenin bir erdem sayılıp ödüllendirildiği, itaatsizliğin ise ahlaksızlık olarak adlandırılıp cezalandırdığı bir toplumda varlığını sürdürebilmenin zorluğu kadın olarak gün be gün arttı. Eğer tüm bunları kabul etmeyip, itaat etmeye karşı gelen kadınlar ise havanın ağırlığından tutun göğün gürlemesine kadar sorumlu tutulup olumsuz her vakanın sebebi sayıldı.
Velhasıl kelam kadın olmaktan öte bizlerinde “insan” olduğunu varsayarsak; bizler de düşünebilir, düşüncelerimizi çekinmeden ifade edebilir, yazabilir, okuyabilir, çalışabilir, senin eksiklerini tamamlayabilir, görebilir, dokunabilir, gülebilir, hissedebilir, sevebilir, sevişebiliriz… Nasıl ki insanoğlunun varlığını sürdürebilmesinin başlıca gereksinimleri yemek/içmek, uyku ve sevişmekse, nasıl ki insanoğlunun ortak özelliklerinde kadın- erkek ayırt edilmeksizin ağlamak/gülmek, sevmek/ sevilmek, hüzünlenmek/neşelenmek her iki cins için aynı duygularsa, bunları en az erkekler kadar dile getirme ve itaat etmeden de hissettiğimizi yaşayabilme hakkımız var. Öyle söylenildiği üzere de kadının itaati ailede ve toplumda huzur değil yitik hayatlar, yitik çocuklar ve kültürü yitik bir toplum getirir.
Bu sebeple de erk gücününüzün daimi için itaat etmeyecek, değersizleştirdiğiniz benliğimizi tekrar ayaklandıracak, insanca yaşamaktan vazgeçmeyeceğiz…
Aylin Tamakan Nergiz (Filtresiz Dergi-Sivil İtaatsizlik Özel Sayı-Mayıs 2022)

Sevgili Aylin harika bir yazı olmuş, eline gönlüne sağlık 👏👏💖
BeğenLiked by 1 kişi
Sevgili Aydekcim, çok teşekkür ederim… 🖤♥️🙏🏻Ne mutlu bana az da olsa anlatabilmişsem…
BeğenLiked by 1 kişi