Hava biraz serin ama güneş pırıl pırıl ısıtıyor bugün bizi. İlk durağımız Hierapolis Antik kent oluyor.
M.Ö. 2.yüzyıl da Bergama kralı tarafından kurulmuş olan ve “Kutsal Kent” olarak bilinen Hierapolis Antik Kenti içinde çok fazla dini yapı bulunuyor. Bunun yanı sıra amfitiyatro ve St. Philippe Martyrion Kilisesi de ilgimi çeken ve bence kesinlikle görülmesi gereken yapılardan.
Hierapolis kentinde yapılan sur sistemine dahil olan Kuzey kapı İ.S IV. yüzyıl sonuna tarihlenmekte; Kuzey Kapı, Güney Kapı’ya simetrik olarak Bizans Dönemi’nde kentin anıtsal girişini oluşturuyor. Devşirme malzeme ile inşa edilen kapı, kare planlı iki kule ile desteklenmiştir. Kapıda taşıyıcı arkhitravın üzerinde yer alan zarif kemer, haç motifi ile bezeli. Diğer Hristiyan sembolleri de arkhitravın ön cephesini süslüyor. Girişin iki yanında, antik şehri kötü etkilerden korumak üzere, apotropeik olarak duran arslan, panter, gorgo başı ile bezeli dört adet konsol günümüze kadar korunmuş.
Güney kapısı ise, İ.S IV. yy’ da inşa edilmiş. Traverten blokların ve içinde mermerinde bulunduğu malzemeler ile yapılmış. Kuzeyde ki kapı da olduğu gibi burada da iki adet dörtgen planlı kuleye yaslanmış ve monolit arşitrav üzerinde yer alan hafifletme kemeri ile şekillendirilmiş.
Domitian Kapısı ise, M.S 82-83, yıllarımda yapıldığı söyleniyor.
Şehrin kuzey girişinde iyi korunmuş üç gözlü ve iki yanına yuvarlak kuleleri olan kapı, imparator Domitian’a ithaf edilmiş üzerine Latince ve Grekçe yazılmış bir yazıt var. Bu yazıttan sebeple de buna Domitian kapısı veya Roma Kapısı denmiş.
En önemli yapıtlardan ilki olan Apollon Tapınağı, Hierapolis’in en önemli tanrısına adanmış. Teraslar üzerinde ki kutsal alan, mermer merdiven ile birbirine bağlanmakta. Alttaki teras geniş bir alan üzeride mermerden sütunlarla çevrili. Podium’da işaret edilen tapınak olarak kullanılmış olan iç kısımdaki yapı daha sonra kehanet merkezi olarak kullanılmış. Büyük Apollon tapınağı ion düzeninde olup önceden merkez kutsal alan olarak kulanılan yapının temelleri görülmekte.
Diğer bir önemli ve ihtişamlı yapısı ise Antik Tiyatro. Bu tiyatro İmparator Septimius Severus zamanında İ.S III. yüzyılda, önceki evreyi (Flavius dönemi) içine alarak ve yok ederek inşa edilmiş.
Büyük yapı dört ada üzerine inşa edilmiş. Dik olan, iki kısma bölünmüş ve dikey olarak da dokuz cuneusa Summa cavea galerisi ile sekiz basamak yerleştirilmiş. Alt basamaklar orta kısmı, proedria için mermer bir exedra şeklinde düzenlenmiş, yüksek arkalıklı ve arslan ayaklı oturaklar ise kentin önemli kişileri için yapılmış. Sahne binası, logeion ve geniş bir sahne arkasına sahip ve skene ile bağlantılı. Skene fronsun üç düzeni mermer monolit sütunlar tarafından podium üzerine oturmakta ve burada Apollon ve Artemis’e adanmış, bezeli korniş bulunmakta. Yukardan bakılınca inanılmaz görünüyor.
İlginç bir efsaneye sahip olan Plutonium, Hierapolis Antik Kenti içerisinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda Ploutonium Kutsal Alanı (Cehennem Kapısı) ve antik dünya da “ölüler ülkesine geçiş kapısı” olarak kabul edilen mağaranın girişi gün yüzüne çıkarılmış. Pagan inanışının hakim olduğu Antik Çağ’da Hierapolis, “Kutsal Kent” anlamına gelmekte. Bu isim ise, içinden termal suların ve kendisine yaklaşan canlıların ölümüne neden olan gazın (karbondioksit) çıktığı bir mağaranın mevcudiyetinden gelmekteymiş.Bu özelliklerinden dolayı mağara, Tanrı Plouton ve eşi Persophone’nin hüküm sürdüğü yeraltı dünyasının girişi olarak kabul edilmiş.
Her bir köşesinde tarih, tarih kalıntıları olan bu Antik Kentin gerçekten ilginç bir havası var. Bu tür hikayeleri dinleyince de ister istemez gözümü şöyle bir kapatıp canlandırıyorum. Ve her zaman kendi kendime söylediğim gibi, keşke o zamanlarda yaşamış olsamıydım acaba diye düşünüyorum… Efsanelerin, anektodların olduğu masalsı tarihi yerleri seviyorum ve buralarda ruhumun dinlendiğini hissediyorum…
A. Tamakan